SAHTE BELGE KULLANMA SUÇLAMASI ,VERGİ SUÇU,ÖZEL USULSÜZLÜK CEZASI

Sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanıldığı iddiasıyla birçok mükellef somut gerçeklikten uzak incelemeler ile mağdur edilmektedir. Bu konu 84 no’lu KDV Kanunu genel tebliğinde ele alınmış ve iyi niyetli mükelleflerin, teslim aldıkları mal ve hizmetlerle ilgili olarak daha önceki safhalarda ortaya çıkabilecek vergisel olumsuzluklardan etkilenmemesi amacıyla bir düzenleme yapılmıştır.

Söz konusu tebliğde “1.2. İşleme Doğrudan Taraf Olmayanlar; bir mükellefin, mal veya hizmet temin ettiği safhalardan daha önceki safhalarda, bu mal veya hizmetle ilgili KDV’nin Hazine’ye intikal ettirilmemiş olması nedeniyle müteselsil sorumluluk uygulaması ile muhatap tutulabilmesi için, sözü edilen mükellef ile vergiyi Hazine’ye intikal ettirmeyenler arasında; menfaat sağlayan doğrudan bir ilişkinin veya hısımlık, sermayesine katılma, organizasyon veya yönetimi içinde yer alma şeklinde dolaylı bir ilişkinin mevcudiyetinin vergi incelemesine yetkili olanlarca düzenlenmiş raporlarda açıkça belirtilmiş olması zorunludur.” denilmektedir.

Vergi İdaresinin yarattığı hukuki durum, zincirleme işlemlerde (Vergi Usul Kanunu 11. madde uyarınca) yasal olarak müteselsil sorumluluğu dahi bulunmayan kişinin, aslen sorumlu mertebesine yükseltilmesi olur ki mal alımı yapan firma adına bu şekilde tarhiyat yapılması tamamıyla hukuk dışıdır.

Anayasa’nın 38. maddesinde cezalara ilişkin olarak düzenlenen “Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği” ilkesinin ve bu ilkenin bir alt ilkesi olan  “Kusura Dayanan Ceza Sorumluluğu” ilkesinin idari yaptırımlar hukuku açısından geçerli olduğu yönünde şüphe yoktur. Nitekim Anayasa Mahkemesi de verdiği 11.02.2014 tarihli 2014/28 sayılı Kararı’nda da bu hususa şu şekilde vurgu yapmaktadır:

“Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Bu ilkeye göre asli ve feri failden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları olanaklı değildir. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de,  ‘ … fıkra ceza sorumluluğunun şahsi olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dâhil, terki mümkün olmayan bir temel kuralıdır.’ denilmektedir. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir.”

 Mükellefin kusursuz olabileceği kabul edilmesine karşın, bu husus tespit edildiğinde dahi mükellefe yine de özel usulsüzlük cezası kesilmesi temel olarak kanunda suç karşılığı olarak öngörülmüş bulunan cezanın sadece suçun failine verilmesi, yalnızca suçun failinin cezadan etkilenmesi gerektiği hususunu ortadan kaldırmaktadır. Oysa kusurlu olma ve olmama hallerinin birbirinden açıkça ayrılmasının ardından, kusurlu olmayan mükellefe ceza verilmesi, TCK’nın “Ceza Sorumluluğunun Esasları” başlıklı ikinci kısmında yer alan 20. maddede “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” maddesine de aykırıdır. Vergi İnceleme Raporunun mevcut halinde, hem mükellefin kusursuz olma olasılığı, hem de kaçınılmaz olarak kusurluluğunu ortadan kaldıran hataya düşmüş olma olasılığı göz ardı edilmektedir.

MURAT ALBAYRAK

Vergi UZMANI